16 Eylül 2016 Cuma

ankara atatürk lisesi

1996'nın serin bir eylül sabahı, annemle taksideyiz, heyecandan midem bulanıyor, zaten çok kalmadan arabayı sağa çektiriyorum ve inip kusuyorum gazi mahallesinin orta yerine. yirmi sene önce, ankara atatürk lisesindeki ilk günüm. tabi ki töreni kaçırmışım, direkt sınıfa geçiyorum ve yedi senelik maceram başlıyor.

ilk görüşte aşk diye bir şey kesinlikle var ve benim ilk aşkım atatürk lisesi. ilkokul beşinci sınıfta, dersanenin servisinde gördüm üç kocaman bloklu, dev bahçeli bu okulu ve o ilk gördüğüm andan itibaren aklımdaki tek şey anadolu lisesi sınavında atatürk lisesini kazanmak oldu.

bu sene ankara atatürk lisesinin 130. senesi. mezuniyetimin üzerinden on üç yıl geçmiş ama her şey hala dün gibi. şu altta gördüğünüz fotoyu çekmek için bahçesine girdiğimde yaşadığım heyecan, ortaokula başlarken bahçesine ilk kez girdiğim anla aynı. benim zamanımdan sonra bahçede ve okulun çevresinde epey değişiklik olsa da, ne zaman o bahçeye girsem aynı duyguları yaşıyorum.





fotoda görünmeyen, okuldaki en ücra, en bağımsız, hatta en sevimsiz blokta başladı bizim dönem ortaokula. kimsenin sevmediği, sadece hazırlık sınıfını okuyup geçtiği bloktu c blok. her ne hikmetse, bizim dönem o blokta dört yıl kaldı! bütün ortaokulu c blokta okumak zorunda kalan talihsiz bir dönemdi bizimki. okulun yatılı olduğu dönemde yatakhane olarak kullanılan, sınıflarının çok küçük olduğu, a blokta işiniz varsa asla bir teneffüs süresince gidip halledip gelemeyeceğiniz blok. okulun güzel müzik sınıfı, a blokta en üst kattaydı ama zavallı biz c blok alt kattaki dandik müzik sınıfında dersi almak zorundaydık. a bloktaki müzik sınıfını görenler anlatırdı, "iki sınıf var orada, birinde bateri bile var!" diye. oysa otur şükret di mi, müzik dersini aldığın ayrı bir sınıf var diye! diğer bloklardaki kantinler bizim için efsaneydi mesela. hamburger satılıyomuş o kantinlerde! on - on bir yaşında küçücük çocuksun, on yedi yaşında koskoca adamların okuduğu bloklara gitmek yemezdi biraz da. kendi adıma konuşayım, hazırlıktayken bakamazdım bile lisedekilerin yüzüne. zaten onlarla göz göze geldiğin an, seninle dalga geçilmesini göze aldığın andı. lisedekiler bizim için ilahtı! hazırlık bitip de orta bire geçtiğimizde, gönül rahatlığı ile lisedekilere aşık olmaya başlamıştık. orta sondayken, lise birden çocuklarla çıkan bizim dönem kızları ise gözümüzde tanrıçaya dönüşmüştü. c blokla ilgili hatırladığım tek güzel şey, bizim sınıfın arka bahçeye ve a blokta arka bahçeye bakan sınıflara bakmasıydı. at kestanesi ağaçlarıyla dolu olan bahçe, özellikle bahar aylarında izlemesi en keyifli yerdi. o bahçeye çıkmak yasaktı, küçücük olduğumuzdan kocaman gelirdi. ön bahçede, c blok önündeki kara dut ağaçları ise tamamen bize aitti; ellerimiz, yüzümüz, üstümüz başımız kırmızı olana kadar yerdik meyvelerini. b blokta beyaz dut ağacı vardı, hiçbir zaman meyvesini yemek kısmet olmadı. yemekhane o kadar uzaktı ki, öğle teneffüsüne beş dakika önce çıkmak için izin isterdik hocalardan. zaten küçüğüz, bi de o yemekhane kuyruğunda liselilerin arasında kaybolup gitmek vardı alın yazımızda!

ortaokul çok memnun kaldığım bir dönem değildi açıkçası, hem fen bilgisi hem de sınıf öğretmenimiz olan bengü hocayı hala kötü hatırlarım. bir gün olur da karşılaşırsak kendisinin yüzüne de söyleyeceğim, mahvettin ergenliğimi vizyonsuz, gelişmemiş, ezik kadın! on iki on üç yaşındaki kıza bu kadar hırsla davranacak ne derdin vardı acaba? elime cetvelle vurup kanatmışlığı var, şimdiki dönemde yapsa kasten yaralamadan savcılığa şikayet edilir. yirmili yaşlarda, toy bir öğretmen olmasına da veremiyorum, okulun tecrübeli hocalarından azıcık öğrenseydi keşke biraz öğretmen olmayı. annene şikayet edersen karaktersizsin demişti bi de bana! ki annem okul aile birliği başkanıydı, bütün şikayetler ona giderdi. on üç yaşındayım haa, zaten ergenlik başıma vurmuş, kendimce bi sürü derdim var, bi de hoca bana taktı! kimseye diyememiştim bu kadın manyak diye. ki ben çalışkan da bir öğrenciydim, şımarıklığımı ilkokulda bırakıp gelmiştim, diğer hocalar severdi beni. mesela bir asuman hocam vardır, ortaokulda iki sene matematik öğretmenimizdi, hala sever beni! güngör hoca vardı, türkçe öğretmenimiz, yazı yazmamı o teşvik etmişti. bugün bloglarımla kafanızı şişiriyorsam, ilk tohumu atan güngör hoca sayesinde. bir de birazdan bahsedeceğim lise edebiyat hocam sayesinde. tarih hocamız vardı, fahrettin hoca, sert görünüşünün altında yumuşacık bir kalbi vardı ve sözlü yapmayı çok severdi! maveraünnehir soruları ile günümüzü bir anda kabusa çevirebilirdi. yine de çok severdik birbirimizi. fakat işte çözemedim bengücüğümün bana düşmanlığını bir türlü. bir ingilizce öğretmenimiz de çok fazla sevmezdi beni ama ben kendi isteğimle iki tane dönem ödevi hazırlayıp verince vazgeçmişti bana kötü davranmaktan. çalışkan bu kız, kaybetmemek lazım diye düşündü herhalde. her neyse, bulucam seni bengü hoca, hesabım bitmedi seninle :p

lise ise bambaşkaydı! hem artık c bloktan kurtulmuştuk, hem de biraz daha büyümüştük. ama asıl güzelliği sınıf değiştirip, hem anlaşamadığım insanlardan, hem de nefret ettiğim fizik ve biyolojiden kurtulup, allahına kadar tarihe coğrafyaya ve edebiyata girmiş olmamdı. kocaman sınıflı a blokta kışın donuyo olsak da kantine ve tuvalete ve okulun yakışıklılarına yakındık bi kere! en alt kattaki masa tenisi salonuna koşa koşa gitmeden de yetişebiliyorduk (okulun bütün spor salonu imkanlarına, spordaki başarısına rağmen benim tek becerebildiğim masa tenisiydi, o yüzden o salon daha özeldir. morg diye korkuturlardı biz ortaokuldayken bizi liseliler de neyse ki sonradan laboratuvarlar açıldı, geniş alana masa tenisi salonu yapıldı da korkmayı bıraktık.) okulun dört yüz kişilik düzenlenen gecelerde şarkı söylüyordum bol bol, törenlerde sunuculuk yapıyodum. bi anda her şey güzel gelmeye başlamıştı. kezban hoca sınavdan yüz alana çikolata dağıtıyo diye matematikte başarılı öğrenci bile olmuştum! süheyla hocamız vardı, edebiyatçımız ve sınıf öğretmenimiz, sayesinde edebiyatı sevdim, yazmayı çok çok sevdim! bir dönem hastalanmıştı, rapor almıştı, bize de okula yeni gelen bir edebiyatçıyı vermişlerdi. kadın aslında çok iyi bir kadındı, bizi adliyeye götürmüştü ileride hukuk okumayı düşünenler için, duruşma falan izlemiştik. kadın hakikaten bize bir şeyler vermek için uğraşıyordu ama biz süheyla hocaya öyle bir aşkla bağlıydık ki, kadına çok kötü davranıyoduk, kadın ağlayarak bırakmıştı bizim sınıfı. bizim umrumuzda değildi ama, süheyla hocamız geri dönmüştü! ergenler gerçekten çok pislik olabiliyorlar. 

aslında ben atatürk lisesi hakkında öyle genel bilgiler verecektim, 1886'da ankara idadisi adıyla kuruldu, yıllarca taş mektep olarak anıldı, atatürk bir ziyaretinde kurtuluş savaşındaki katkısından ötürü okula sancak hediye etti (okulun arka bahçesindeki müze binasında sergilenmekte), orhan veli, can yücel falan hep bizden mezun, popüler mezun istiyorsanız can dündar ve ilber ortaylı da var falan diye ama bir anda benim kişisel tarihime döndü yazı. zaten bütün o bilgileri şu linkte de bulabilirsiniz. hayatımın üçte biri orada geçti ama, ne yapabilirim. bugün olduğum kişiysem yüzde sekseni ankara atatürk lisesinin ürünü. çok sevdim ben okulumu, çok üzüldüğüm de oldu, en az bir milyon platonik aşk yaşadım, çok eğlendim, çok şey öğrendim ve mezun oldum. şimdi de çok özlüyorum.

yüz otuzuncu yılın kutlu olsun ankara atatürk lisesi; bana yaşattığın her şey için teşekkür ederim, daha uzun yıllar, birçok ergeni mutlulukla mezun edersin umarım!