28 Ocak 2013 Pazartesi

paralel evrenlerdeki göskucuklar

valla kafam güzel değil. tamamen saçma sapan bi filmden aklıma geldi bu düşünceler. adam bütün paralel evrenlerinin tek hakimi olmaya çalışıyodu da, evren evren gezip kendini öldürüyodu. tabi kendisini öldürmüyodu. ya neyse anladınız işte. derdi tüm evrenlerde tek yansıma olarak kalmaktı. filmi izledim mi? hayır. böyle bi film gerçekten var mı? umarım rüyamda görmemişimdir. varsa kesin jet li ya da jason statham oynuyodur. her neyse işte, benim de aklıma geldi, beş paralel evrende göksu nasıldır acaba diye düşündüm (allahım ne çok boş vaktim var ve nelerle uğraşıyorum!). gönül isterdi ki, photoshopta albüm kapağı ve banner yapmaktan başka şeyler de becerebileyim, ama ne yazık ki olmuyo, temsili resimlerle idare edeceksiniz. (paint terk)

1- sarışın, zayıf ve kokoş göksu :
paralel evrenin kırılma noktası orta okula denk geliyo. orta okulda iki arkadaş grubu arasında kalmıştım. biri sonradan inanılmaz kokoş (and as some say kaşar) olacak kızların grubu ve o zamanki inek, zeki ama cool olmayan kızlar. en yakın arkadaşım kokoş kızlar tarafından istenmiyordu, ben de o zaman onu terk etmedim ve o zaman loser diye nitelendirilen kızlarla kaldım (ha sonradan hepsi mühendis oldu, şimdi bok gibi para kazanıyolar ve evlendiler). orta okulda kokoşları seçen paralel evren göskusu ise şu an sarışın, zayıf, kokoş ve teneke. eminim bir tane bile kitap okumamıştır, boş beleş ama zengin bebelerle çıkmıştır. şimdi de hamuşun biriyle takılıyodur. hukuk okuduğunu da sanmıyorum, gazi işletme mezunudur en fazla. solaryumdan da çıkmıyodur.


2- mühendis ve işkolik göksu :
"lisede eşit ağırlık seçmeyip inek arkadaşlarımla birlikte ben de fenci olsaydım" kırılma noktasıdır. fen bölümünde kalan kızımız göksu, arkadaşlarının da gazıyla, onlarla birlikte odtü'yi kazanır, baba mesleğini devam ettirmek için inşaat mühendisliği okur. tabi bölümde iki kız var, göksu da rakip olmadığı için kendini salar ama yine de çok yakışıklıdır (bıyıklar olsun, favoriler olsun). dört senede okulunu bitiren hanım kızımız bir inşaat şirketinde çalışmaktadır şu an ve kendisine asla bakmayacak olan iş arkadaşlarından birine aşıktır (temsili resimde arkadaki flu oğlan işte). mal göksu, geliştiremedin kendini tabi flörtte falan, öyle saf saf bakarsın çocuğa ergen ergen. 27 yaşına geldin, daha bi kişiyle öpüştün di mi? seni beceriksiz.


3- ev kadını, hamur işi kraliçesi göksu :
var böyle bi göksu, eminim. hukuk fakültesini dört yılda bitirmiştir bu, sonra da ilk bulduğu zengin avukatla evlenmiştir. kocayı kandırıp bi de bebek yapmıştır 25inde, şimdi de evde koca parasıyla yaşayıp hamur işi yapıyodur bütün gün. arada bi yalandan büroya gidiyodur, "kocacığım, şu dosyayı naaptık, tahsilat var mı" diye soruyodur, eve geri dönüp yemek yapıyodur. pisluk. kilosu da kesin sabit değildir, arada bi dana gibi oluyodur, sonra koca elden kaçacak diye hemen zayıflamaya çalışıyodur. çocuğu obez olacak ama söyliim. çok güzel yemeklerin var göksu. biliyorum. az sağlıklı yap ama, her şeye krema koyma.


4- zavallı şarkıcı göksu :
şu an edith piaf'ın ilk zamanlarından hallicedir bu kızcağız. çocuğuna süt bulmak için kasmıyodur yani, çocuğu zaten yoktur. ama işte bi türlü istediği yere gelememiştir. ben söyliim bu kafayla da zor gelir. kırılma noktası arkadaşını dinleyip yaşar'a demo göndermesidir (yaşar yeni vokalist arıyodu ben üniversiteye hazırlanırken, bi arkadaşım da adamın ankara konserlerinde çalışıyodu, demo göndermem için ısrar ediyodu). zar zor ailesini ikna edip konservatuar okumuştur. kendisinden güzel seslerin varlığını öğrenince kahrolmuştur. entrika falan da çeviremez bu saftirik, öyle kenarda köşede kalmıştır garibim. hatta artık nasıl bi ruh hali içindeyse o ses türkiye'ye bile katılmıştır. yazık yaa bak üzüldüm şimdi ben buna çok. ah be aptal kız, para kazanmak için düğünlerde caz mı söylüyosun sen. e bak beşinci şarkıda demet akalın'a geçtin.

(temsili resimde henüz göksu'nun sırası gelmedi, arkada sahneye çıkmayı bekliyo)

5- hakim göksu :
bunun kırılma noktası birinci sınıfın ilk dönemidir. hanım kızımız "başlarım böyle okula" dememiş, dersine girmiş, sınavlarına çalışmış ve hiç sevmediği okulunu dört yılda bitirmiştir. idealist olan bu kızımız, "adaleti sağlayacağım" coşkusuyla hakimlik sınavına çalışmış ve kazanmıştır. stajı sırasında matchmaking meraklısı hakimler tarafından kendine uygun bir hakim adayıyla tanıştırılmış ve staj bitiminde bu delikanlıyla evlenmiştir (inşallah inanılmaz cemaatçi bi kocan yoktur salak kızım.) şu an çorum'un güzide ilçelerinden birinde karı-koca hakimlik yapmaktadırla ve ilk bebeklerini beklemektedirler. allahım çok sıkıcısınız, valla yazamıyorum hakkınızda artık. gerizekalı hakimler sizi, kesin mal mal kararlar verip, saçma sapan uygulamalar yapıyosunuzdur.

sonuç olarak sevgili dört okuyucum, diğer paralel evrenlerdeki göksular inanılmaz tırt. o yüzden buradakini sevin, koruyun kollayın. düşünsenize şu beşiyle muhatap olmak zorunda kaldığınızı!

27 Ocak 2013 Pazar

benden size beş klip hediye!

lazın bin tane yemeği var, bini de hamsi üzerine.

benim de bütün yazılarım yemek üzerine ama iddiam hala yemek blogu yazmıyo olduğum. epeydir de yazma fırsatı bulamıyorum (çhd tutuklamalarıyla ilgili mi yazayım, üç beraatin en sonunda bi müebbet ettiğini mi, en azından blogumda içim kararsın istemiyorum). her neyse, bugün yemek falan yazmayacağım çünkü, hayır efendim, bu bir yemek blogu değil.

aslında bugün pek bir şey de yazmayacağım, pazar gününü boş boş geçirenler için en sevdiğim klipler içindeki ilk onu verecektim fakat listeme şöyle bi baktım ki, hepsi fransız! ben ne yapayım, fransızlar gerçekten klip işine çok önem veriyolar ve süper klipler çekiyolar. o yüzden size de işkence etmek istemedim, ilk beş listemi izletiyorum sadece. iyi pazarlar dilerim efendim.

not 1: şarkılar da en az klipler kadar güzeldir.
not 2: listeye alamadığım tryo'dan, renan luce'ten, marc lavoine'dan, özellikle noir desir'den ve bilimum fransız sanatçılardan özür dilerim.

5) sinsemilia - tout la bonheur du monde

severek izlediğim tek animasyon klip bu sanırım. aslında öyle aman aman bi klibi yok ama şarkı o kadar neşeli ki, klip de hoş geliyo insana, pembikli membikli falan...




4) benabar - le diner

benabar'ın hemen her şarkısını ve neredeyse her klibini çok severim, süper bi şahsiyettir kendisi. özellikle bu şarkısı ve klibiyle gönlümde taht kurmuştur. canım benim.




3) pascal obispo & zazie - les meilleurs ennemis

zamanında bu kilibin türk versiyonu da yapıldı. klibi ilk izlediğimde pascal obispo'yu tanımıyodum, klipteki yauuşuklu delikanlı sandım, epey heyecan yapmıştım ama sonradan ortaya çıktı ki, pascal obispo dünya çirkini bi insan. severim o ayrı.


2) benjamin biolay - la superbe

yalan söylemiim, benjamin biolay'i hiç sevmem. şarkıları da uyduruktur bence. ama bu şarkıyı defalarca dinleyip defalarca izleyebilirim, o kadar çok seviyorum. ha bi de carla bruni, sarkozy'yi aldatacak başka adam bulamadı mı, hala da düşünür dururum.


1) calogero - en apesanteur

aha canım ciğerim, bana fransız müziğini asıl sevdiren adam. calogero'mun hemen her klibinin orijinal bi konusu vardır, gönül ister ki buraya en az üç klibini koyayım ama olmuyo işte. dünya müzik tarihinde en sevdiğim klip olması özelliğiyle de bu klibin yeri bende ayrıdır. seni seviyorum calogero! bebeyimsin!

10 Ocak 2013 Perşembe

hasta göskucuk mutfakta

bi haftayı geçen bir süredir evde hasta yatıyorum. evde herkes hasta olduğu için yine yemekler bana kalıyo tabi. süper kolay, süper çabuk bir çorba buldum, keşke daha önceden aklıma gelseydi, her gün yapardım!

çorba yapmayı genel olarak çok seviyorum, çünkü hem kolay, hem de değişik malzemeler eklenip çıkarıldığında farklı farklı çorbalar icat ediliyor. hem de neredeyse herhangi iki üç malzemeyle yapılabilen bir şey. bi de tabi ki doyurucu.

canım dün deli gibi çorba istedi, ayakta duracak halim de çok yoktu, o yüzden mümkün olduğunca kısa sürecek bir çorba yapmam gerekiyordu. bir kaşıktan biraz daha az unu bir tatlı kaşığı zeytinyağı ile kavurdum, bir litre kaynar su ekledim. sonra da buzlukta ne kadar donmuş sebze varsa hepsini kaynamaya attım. iglo ve natura verde'nin donmuş ve küçük küçük kesilmiş sebzelerine teşekkür ederim (evet biraz hile oluyo ama çok hastaydım napiim!). yedi sekiz dakika kaynayınca, limon suyu ve yumurta sarısıyla hazırladığım terbiyeyi ve baharatlarını içine attım, bir dakika da öyle kaynatıp blenderdan geçirdim. süper oldu!

dün sağlıklı beslenince, bugün gayet rahat unlu mamullere saldırasım geldi. iyi ki hastayım, iyi ki yüksek kalorili beslenmek zorundayım!
canım günlerdir cupcake çekiyordu, nihayet mutfağa girip yapabildim. dünyanın en basit cupcake tarifiyle önce vanilyalı cupcakelerimi yaptım. muffin yaparım, insan gibi kabarıp çatlamaz, cupcakeler muffin gibi kabardı, sinir oldum.
muffin kalıplarıma koyduğum karışım artınca biraz kakao, süt ve şeker ekleyerek bir de kakaolusundan yapayım dedim, onu da mini muffin makineme koydum ve öyle pişirdim. tabi ki çatlamadı muffin gibi. bi de kendine muffin maker diyo pisluk alet.
bu makineyi çok seviyorum ama. küçücük ve az miktarlarda muffin yapsa da tek seferde, gayet hızlı pişiriyor. tchibo, iyi ki varsın.

cupcake'ler soğuyana kadar oyalanmam gerekiyordu, ben de her zamanki gibi poğaça yaptım. ev halkı benim kurabiyelerimi, keklerimi sevmiyor, sadece poğaça tercih ediyor, ben de mecburen onlara poğaça yapıyorum sürekli.

en sonunda cupcakelerim soğudu, basit bir frostingle kaplanma zamanları geldi. klasik frosting tarifine (daha doğrusu klasik buttercream'e) zencefil ve tarçın ekleyip cupcakelerimin üstünü kapladım, gingerbread'den arta kalan çikolatalarla süsledim.

sanırım hamur işleri için harcadığım zamanı ve emeği avukatlığa harcasam, kezban hatemi olurdum; mutfak malzemelerine harcadığım parayı biriktirsem araba alırdım.

hayattaki tek tutkumun mutfak olması ne acıklı! quelle tristesse monsieur dukan!

7 Ocak 2013 Pazartesi

irlanda ve birleşik krallık'tan çıkan en iyi on isim (bu liste tamamen subjektiftir)

erkekleri seviyorum. bu lafı bi erkek "kadınları seviyorum" şeklinde söylese eminim problem olmaz ama ben söyleyince aaaa nooluyo, allahın sapığı, pis nemfoman şeklinde tepkiler gelebiliyo. ama seviyorum napiim?

bi erkeği izlemeyi, bir kadını izlemeye tercih ederim (rihanna hariç). beğendiğim erkekler yelpazesi çok geniş olduğundan da bazen sınıflandırmaya ihtiyaç duruyorum. bu sefer ülkelere göre ayırdım. birleşik krallık ve irlandalı ilk on listem karşınızda. (bir blog daha ne kadar saçma sapan olabilir acaba?)

geri sayım başlasın.

10. dave gahan

depeche mode frontman'i. ne doğru düzgün şarkı yazar, ne aman aman şarkı söyler, bir martin l gore kesinlikle değildir. ama işte depeche mode demek, dava gahan demektir. sahnedeki garip hareketleri olsun, şarkı sözlerini unutup devreye martin l gore'un girmesi olsun, aşırı alkollüyken yaptığı salaklıklar olsun, hiçbir zaman karimasını bozamaz. kendisini her türlü seviyoruz

9. colin firth



jane austen, colin firth'ü tanısa, daha iyi bir mr.darcy bulamazdım derdi herhalde. kötü adamken de sevilebilen, kibirliyken de aşık olunabilen karakterler yaratan colin firth, ne öyle klasik bir yakışıklılığa sahip, ne de etkileyici bir ses tonuna (hatta ses tonu gayet kötü). ama işte değişik bir cazibesi var, genç kızlardan yaşlı kadınlara, adamı herkes beğeniyor. bana kalsa keşke sırf komedi ya da müzikal yapsa, hep izlerim.

8. jim sturgess

işte bir underrated daha. tamam yakışıklı falan değil ama "cute" kelimesinin karşılığı bu adam. yetenekli de bir şey, neden hala hak ettiği konumda değil, gerçekten anlamıyorum. bunun tırnağı bile etmeyecek emile hirsch'i zamanında çok şişirmişti amerikalılar, aynı dönemlere gelir jim'in meşhur olmaya başlaması da, zavallıcık ingiliz diye hor görüldü. canım benim.

7. dani filth

bu adam tabi ki artık böyle görünmüyo. son bıraktığımda şişko bi predator kılığındaydı. ama metal dünyasındaki en seksi erkek bana göre. gerçi bunda ses mes de kalmadı artık, saçma sapan gıcırtılar çıkarıyo ama ben onu hep 2000'lerin başındaki haliyle hatırlamayı tercih ediyorum. cradle of filth türkiyeye gelse, bugün metale katlanamayan halimle bile gider en önden de izlerim şişkoyu.

6. robbie williams



ahh işte ergenlik rüyam. her ne kadar artık amerikanlaştıysa da, ingilizler kendisini hiç sevmese de ben hala severim bu çocuğu. buz mavisi gözleri olsun, hınzır çocuk gülümsemesi olsun, "born to be mild" dövmesi olsun, komplesiyle çok hoş bir insandır kendisi. love supreme'i defalarca üst üste dinlemişliğim, rock dj'i defalarca seyretmişliğim vardır (klipte striptiz yapıyo olmasının etkisi çok büyük tabi)

5. christian bale

mimik fakiri, peltek, donuk bir ingiliz olan bu beyefendi her filmini izletiyo mu? izletiyo! ebleh bir çocukken çektiği empire of the sun olsun, en sevimsiz halinde olduğu american psycho olsun ya da bence en seksi zamani olan the prestige olsun (ki filmde bir hugh jackman gerçeği de vardı), bu adam kendini izlettiriyo! ha bence john connor için doğru bir seçim değildi ama yine de izledik işte.

4. michael caine

kim ne derse desin, bu adam yaşadıkça, cazibe kelimesinin karşılığı hala o olacak. yok efendim çok yaşlıymış, aman pörsümüşmüş, bi ayağı çukurdaymış falan... hikaye bunlar! inanmayan gitsin 60larda yaptığı filmleri indirsin, gerizekalı taklidi jude law'ın başrolünde oynadığı remake'leri değil, orijinal sleuth ve alfie'yi izlesin. michael caine candır.

3.alan rickman

herkesle her türlü kavgaya girerim, özellikle şu fotoğraftaki haliyle, seksapel budur! inanılmaz bir ses tonu, harika bir aksan, yumuşak kehribar rengi gözler... iddia ediyorum, bu adam her kadını etkiler (şimdi biraz zor gerçi, 66 yaşında olmak kolay değil). komedi de oynasa, kötü adam da olsa, romantik birini de canlandırsa adam her daim seksi. hastayım sana alan rickman.

2. aidan turner

alan rickman ve michael caine aşkım, daddy issues boyutunda algılanmaya başladığından beri kendime yeni bir britanyalı aktör arayışım vardı. bu irlandalı genç adamı, dünyanın en saçma sapan dizisinde üç yıl önce izledim. ben hayatımda böyle güzel gülen bi kişi görmüştüm (onun da gülüşüne aşık olmuştum zaten), başkasının bu kadar güzel gülebileceğine inanamadım. 25 yaşındayken bile, bu çocuğu ilk gördüğümde valla kalbim yerinden çıktı. birazcık param olsa, giderim irlanda'da ingiltere'de bunun stalker'ı olurum. kedi canını senin aidan turner. neyse ki hobbit'te oynadı da, bu dünya tatlısı çocuğu herkes tanıyacak artık. sonu orlando bloom gibi unutulmak olmaz umarım.

1. oscar wilde


hehehe bir numaranın oscar wilde çıkmasını kimse beklemiyordu sanırım. aynı dönemde yaşasak, gider her türlü yamanırdım. biseksüel olmasına güveniyorum tabi burda. zeki, komik, ukala, kültürlü ve bilgili. zaten bütün kadınların aradığı erkek de böyle biri değil mi (genç oğlanlarla düşüp kalkmasını saymazsak tabi)? de profundis'i okuyan biri duygulanmıyorsa, öyle bir aşkın karşısında üzülmüyorsa insan değildir kusura bakmasın. gerçi ezel izleyenler bile bi yerden oscar wilde'ı yakaladılar, azıcık ruhları gelişmiştir diye düşünüyorum. çok haksızlık edildi bu adama çoook. andre gide, özellikle senden bahsediyorum, çürürsün inşallah mezarında. pisluk.

sevgili okuyucu, işte irlanda ve birleşik krallık listem bu. listeye sokup sokmamakta kararsız kaldığım isimler de oldu tabi. rupert everett'i çok severim mesela, o da underrated isimlerden biridir ama işte openly gay olduğu için giremedi listeye. ya da gerard butler. o da fazla sulu karakterli olduğundan giremedi. jude law ise gerçekten uyuz olduğu için bu listede yer almıyor. pis kel.

listelerim devam edecek. erkek okuyucularım beni bir süre takip etmesin en iyisi.

5 Ocak 2013 Cumartesi

yılbaşı denemeleri

bu yılbaşı,  sevgili annem, son dakika bana attı bütün yemek işini. yoksa hindi mindi yapma niyetinde değildim ben. daha zor, daha artistik yemekler yapma heveslisi bi insanım sonuçta. ama ne yazık ki altı buçuk kiloluk bir hindi almış bulunduk, o da evin sevgili kızına kaldı (aslında annem üşendiğinden ve uygun tencere olmadığından hindiyi parçalara ayırıp haşlayacaktı, biraz da bu katliama dur demek için ben üstlendim hindi işini.

bir gece önceden, çok sevgili hindimizi güzelce yıkadım, ayaklarını bağladım ve içini doldurmak için hazırladım. içi için de tarif tarif gezdim, en sonunda kendime göre bir şeyler ayarladım. aşağıda görülen resimde hindiyi doldurduğum malzeme var. içinde neler olduğunu artı eksi bir malzemeyle tahmin edebilene sürpriz hediyelerim olacak.


hindiyi doldurdum, üzerine de marinesini iyice sürdüm, bir gece dolapta bekledi. yılbaşı günü 4'ten 6.30a kadar pişen hindiciğimiz servisten önce şu şekilde görünüyordu :

tabi ki tek başına hindi servisi yapmadım, yanında iç pilav, patates salatası, mevsim salata, yoğurtlu kabah salatası, muhammara, humus ve patlıcan salatası da yapmıştım.

gelelim gecenin asıl olayına. bu sene kafayı gingerbread house'a takmıştım. uğraştım didindim ve yaptım. tadı güzel, şekli vasattı. çok gereksiz bir uğraşmış, daha kurabiyeyi pişirirken farkındaydım ama sonuna kadar gittim, geri dönemedim.

işte benim gingerbread house. tahmin ettiğim gibi yamuk yumuk oldu. iyi ki abd'nin güneyinde yaşayan bir ev kadını değilim, yoksa bunu her sene yapmak zorunda kalacaktım.

herkese iyi yıllar diliyorum, abuk sabuk yemek denemelerime bir süre ara vermeye karar verdim. önümüzdeki bir ay boyunca halk tipi yemek yapmayı düşünüyorum. pazara gidip kereviz alayım en iyisi.