24 Temmuz 2015 Cuma

gurbet kadını

iki yıla yakındır, akdenizimizin incisi, turunç kokulu caddeleri ve güler yüzlü insanlarıyla meşhur mersin'de yaşıyorum (mersin'i bilmeyenler için inandırıcı oldu mu? ne yani, kaba saba insanlarıyla meşhur, rahatlıkta bir dünya markası çukurova mı yazsaydım? turunç kokusu doğru ama, bahar geceleri insan bi mutlu oluyo.) mersin'le ilgili ilk izlenimleri okumak isteyenler, yeni taşındığımda yazdığım şu yazıyı okuyabilirler.
her ne kadar mersin'i ve mersin'de yaşamayı çok sevsem de, zaman zaman gurbetçi gibi hissetmekten de kendimi alıkoyamıyorum. son iki haftadır biraz zorunluluktan biraz da kendi isteğimden ankara'dayım. gurbetçilik zor evet ama ben bugün gurbette yaşamanın avantajlarına değinmek istiyorum.

anne yemekleri
ankara'da yaşarken, yemekleri ya yardımcılarımız yapardı ya da ben. mutfağı işgal etmeyi sevdiğimden anneme yemek yaptırmazdım, zaten annem de ev kadınlığını sevmediğinden mutfağa yılda üç kere uğrardı. iki senedir her gelişimde annem mutlaka çok güzel yemekler yapmış oluyo. son gelişimde karnıyarık, çeşit çeşit dolmalar ve iki çeşit komposto vardı dolapta. sizin için bi anlam ifade etmiyor olabilir ama benim için kıyamet alameti! bunca zaman kandırılmışım, "ay göksu sen güzel yemek yapıyosun, yemekleri sen yap" diye! meğer kadın isteyince harika şeyler yapabiliyomuş! gurbetçiliğin en güzel avantajı! annem bana yemek yapıyo!!! kalp kalp kalp!

                                          temsili anne yemekleri

popülerlik
ankara'da evden çok fazla çıkan bi insan diildim. arkadaşlarımla görüşme sıklığım ayda bir falandı. ama gidince uzaklara, gelişin çok önemli oluyo! herkes görüşmek istiyo. ben de hiç demiyorum, ben ankara'dayken de aslında aynı sürelerde görüşüyoduk diye. ne diicem be, ne güzel herkes beni görmek için işini gücünü bırakıyo, programını ona göre ayarlıyo. her gidişimde en az bi hafta kaldığım için bu sefer mersin'dekiler de özlemiş oluyo, her dönüşüm ayrı şenlik. ohhhh hayat bana güzel be!

                                          temsili özlenmişliğim

aşırı rahatlık
nasıl olsa artık ankara'da yaşamıyorum, beni gören eden yok diye o kadar pejmürde geziyorum ki anlatamam. tabi en sevmediğim insanlarla en kılıksız halimde karşılaşmalarım olmuyo diil. o anlarda bi kızıyorum kendime, off niye doğru düzgün bi şey giymedim, ay saçlarım niye böyle, bari bi kalem çekeydim gözüme falan diye ama yine her gelişimde yanımda en eski püskü, en çirkin ama rahat kıyafetlerim oluyo. tabi tek rahatlık kıyafette diil, hal ve davranışlarda da bi rahatlık oluyo. almanya'da yaşayan türk'ün, oradayken bütün kurallara harfi harfiyen uyması ama tokattaki akrabalarına ziyarete geldiğinde trafiğin altını üstüne getirmesi rahatlığı aynen. kimseyi takmıyosun, müthiş bi şey!
                                              temsili market kıyafetim

şımarıklık
"ama ben iki gün sonra dönücem :(((" ya da "sen bilirsin ama kimbilir bi daha ne zaman görüşürüz :(((" cümleleriyle herkese her istediğimi yaptırabiliyorum! (bunu okuduktan sonra bi daha yaparlar mı bilmem tabi). kimse hayır demiyo, yazık taşradan geliyo bu gariban, gezdirelim bunu diyolar! özür dilerim saf ve temiz duygularınızla oynadığım için ama kimbilir bi daha ne zaman göreceksiniz beni :(((

                                   temsili şımarıklık seviyem

düzgün aile ilişkileri
özellikle kuzenlerimle birbirimizi o kadar özlemiş oluyoruz ki, kimse kimseyi kırmamaya çalışıyo. ben bile! normalde birbirimize en fazla yarım saat katlanabilirken, gece gündüz birlikte vakit geçirmek istiyoruz! ya kardeşimle bile kavga etmiyoruz! gerçi duble gurbetçilik söz konusu onla aramızda, zaten yılın belli zamanlarında iki üç gün ancak görüşebiliyoruz ama bilen bilir, biz çok çok iyi anlaştığımız gibi çok pis kavga etmeyi de severiz. valla etmiyoruz şimdilerde. dur bak canım sıkıldı, gelsin de bi sinir edeyim onu. kavgasız kardeşlik mi olurmuş be!

                                                temsili ailemiz

hiçbir şey yapmama lüksü
çünkü mersin'de çok yorulduğumdan, ankara'da hiçbir şey yapmadığım zamanlar var benim. hiçbir şey derken gerçekten hiçbir şey. saatlerce yatakta uzanmak, bilgisayar başında boş boş vakit geçirmek gibi. yoksa kitap okurken, film izlerken zaten rahatsız edilmiyorum. zaman sanki akmıyor gibi anlar işte anlatmak istediğim. bi baloncuğun içindeyim ve hiçbir şey bana dokunmuyor gibi. bu hafta sadece blog yazdım ve arka bahçede hamakta yattım mesela. gerçi öyle anlarda, en kendimi kaptırdığım vakitlerde bi telefon çalıyo "avgat hanıııııım, ne oldu bizim iş?" diye, bütün gerçekliğe geri dönüyorum da neyse işte aranmadığım anlarda hayat çok güzel.  

                                         temsili diil bizzat kendim

daha sayabileceğim bi dolu şey var. tamam mersin'deyken ankara'yı, ankara'dayken mersin'i (her ikisindeyken gömeç'i) çok özlüyorum, bir yanım mutlaka eksik kalıyo ama bundan mutlu olmayı da bilmek lazım di mi? yoksa hangi şehrin kıymeti kalırdı ki?


o güzel diziler o güzel reytinglere binip gittiler

sürekli dizi izleyen biriyim. pazar günleri eğer evdeysem mutlaka en az dört bölüm izlerim takip ettiğim dizilerden. hatta benim diziler tatildeyse falan yeni dizilere bakarım, ordan burdan pilot bölümleri izlerim. nbc, abc, hbo araştırmalarını gelsin bende yapsın.o derece boş beleşim.
dizi izlemek yetmeyince de dizi haberlerini falan okuyorum. anaa ne tatlı dizi yaa diye başladığım bütün dizilerin teker teker iptal haberlerini okuyunca kahroluyorum. zaten son iki yılda sevdiğim ne kadar komedi dizisi varsa hep iptal edildi. misal go on. ilk bölümüne deli gibi gülmüştüm, matthew perry nihayet güzel bi dizi çekiyodu, son dört beş bölüme kadar da çok güzel gidiyodu dizi. ama gel gör ki, mal nbc iptal etti. beddua ediyorum, rockefeller binası başınıza yıkılır inşallah.

digiturk tmsfye geçince ucuz diye hep iptal edilmiş dizileri satın almaya başlamış. ben bunu çok sonra fark ettim tabi. hadi selfie'yi sırf karen gillan ve john cho için izliyodum da benched'in ne zararı vardı size allahsızlar? ne güzel avukatlı diziydi, eliza coupe reyizin hastasıyım. 

benched'in de acı haberini aldıktan sonra düşündüm ve bitmesine en çok üzüldüğüm, yeniden yayınlandığında oturup tekrar tekrar izleyeceğim, bitmesinin üzerinden yıllar geçmiş komedi dizilerini yazmaya karar verdim. yine çok vatana millete hayırlı blog oluyo yani (allahım ne olacak benim bu boş işler müdürlüğüm?) ilk on falan yok, numarasız, aklıma ilk gelenleri yazıyorum işte.

friends
en sevdiğim dizi. yerine başkasının geçmesi mümkün değil. bence bunun gibi dizi çekilmesi falan da mümkün değil. bazı sıpalar how i met your mother'ı, friends'le karşılaştırıyolar falan, lütfen yani, yapmayın. her tip ayrı süper, her bölüm ayrı güzel (flashback'li bölümler dışında sıkıldığım friends bölümü olmamıştır sanırım.). digiturk sürekli tekrarlarını yayınlar, ben de usanmadan izlerim. favori karakterim de monica'dır. kontrol manyaklığında kendimi gördüğüm için olabilir.(yalnız özellikle 7.sezonda courtney cox ne kadar taştı! zavallı kadın şimdi yaratık gibi. ayrıca allah belanızı versin cougar town da bitti yaa!!!).


                            ross, monica ve chandler'ın düğününde gayda çalmak isterken

frasier
ben ve kardeşimden başka, frasier'ı bu kadar çok seven kimseyi görmedim. gerçi biz kendimizi frasier ve niles crane kardeşlere benzetiyoduk, ondan pek bi hoşlanıyoduk. snob psikiyatrimizin de neredeyse her bölümünü defalarca izledim, şimdiye kadar en çok güldüğüm dizi muhtemelen budur. keşke etrafımda daha çok kişi seyretse ve sevseydi diye hayıflanırım sürekli. neyse ki kocama zorla izletiyorum akşam evde yemek yerken! çok güzel diziydin be frasier! kelsey grammer tutunamadı frasier bittiğinde. yazık. çok da iyi oyuncudur gözümde. zaten friends'in bu kadar az ödül almasının tek sebebi, frasier'la aynı yıllarda yayınlanmış olması. talihsizlik, ne diim.

                                frasier, ırkçı olmadan yanında çalışan geçici elemanla baş etmeye çalışırken

coupling
o kadar ingiliz dizisi izledim, bunun kadar eğlencelisine denk gelmedim. doctor who'yu düşürdüğü durumlar yüzünden steven moffat'a ana avrat sövsem de, adam güzel yazar şimdi. coupling de en güzel işlerinden biri. benim için iki efsane bölümü vardır, jeff'in israille kızla konuşmaya çalıştığı ve jeff'in tek bacağının protez olduğunu söylediği bölümler. jeff gidince iğrenç bi dizi oldu zaten. jane karakterine katlanmak sabır istiyodu benim için. ama jeff iyiydi. yok yok jeff süperdi. iskoç aksanına kurban.

                                                         jeff ve steve, patrick'e melty man'i anlatırken

sex and the city
she knows good sex and isn't afraid to ask. severek de izledim. yine olsa yine izlerim.carrie diaries rezalet bi dizi ama önceden sööliim de. filmleri de çok kötüydü. ay inşallah friends filmi çekilmez de bi kere daha efsanelerin bitişine tanıklık etmeyiz. ha bu arada ben carrie'nin yerinde olsam big'le diil aidan'la evlenirdim ama.

                     sevgilisinin post-it'le ayrılmasına kızan carrie'nin erkeklere ayrılık dersi vermesi

spin city
benden başka izleyeni görmedim bunu da. çok tatlı diziydi yaa, michael j fox'lu bölümleri de charlie sheen'li bölümleri de ayrı ayrı güzeldi hatta! normalde başrol gidince dizinin toparlanması mümkün olmaz da bence charlie sheen gayet iyi götürdü. her ne kadar, seçme şansım olsa ilk sezonlarını izlemeyi tercih etsem de genel olarak birçok diziden iyiydi. hele bi heidi klum'lu bölümü var, kadın ne kadar güzelmiş diiceksiniz.

                          newyork belediye başkanı ve yardımcılarının parkta bir kız tarafından soyulması

scrubs
benim bu diziden nefret eden arkadaşlarım vardı. nasıl nefret edersiniz yaa? gerçi herkes benim gibi aşırı geyikten hoşlanmıyo tamam. ama komikti yaa. jd ve turk'ün arkadaşlıkları olsun, elliot'ın özgüvensiz halleri olsun, psikopat janitor olsun efendime sööliim dr perry cox'un alaycı agresifliği olsun, bunlar hep güzel şeylerdi. son sezonunu saymıyorum tabi. son sezon başka bi şeydi. izlemeyin bile. gerçi eliza coupe reyiz için izledim ben de neyse. 

                                                          jd ve turk'ün mehur guy love şarkısı

just shoot me
bunu da çok sevene rastlamadım ama ben bayıla bayıla izlerdim. iflah olmaz bir david spade hayranıyım çünkü. sırf david spade için bile izlenir bu dizi. ama hemen hemen her şeyi güzeldi yaa. konusu bile komik yaa : moda dergisinde çalışmaya başlayan gazeteci kadın (hayır, ugly betty değil).bi de wendie malick acayip taş bi kadın değil mi??? 

                   nina'nın neden olduğunu bilmediğimiz şekilde altına bulanmış olarak gelmesi 

3rd rock from the sun
bunun türk versiyonu bile yapıldı, hatta ozan güven oynuyodu da uzaylı ailenin içimizde yaşıyo olması tutmadı burda. orijinali çok güzeldi ama. her ne kadar, kristen johnston gibi güzel bi kadının yıllar içinde çirkinleşip iri yarı bir doğu alman güreşçisine benzemesi beni üzse de, bu dizide eski halini izleyip hafızamda o şekilde kalmasına uğraşıyorum. ayrıca bize joseph gordon-levitt gibi süper sıradan ama overrated kelimesinin karşılığı olan bir aktör kazandırmıştır. yine de john lithgow için tekrar tekrar izlenir.

                                                            dick solomon'un savunması

full house
tamam tek başına komedi diyemeyiz, aile dizisi aslında. ama benim gibi çocukluğu doksanlarda geçmiş biri için vazgeçilmezdir. hangimiz o kadar eğlenceli bi evde büyümek istemedik, hangimiz jessie gibi bi dayı hayal etmedi? john stamos yaa canım benim. bu adam niye bu kadar underrated anlayamıyorum, adamda ne istersen var, bi çıkamadı dizilerden, olamadı a sınıfı aktör. bu arada fuller house diye spinoff'u çekiliyo, 2016da yayınlanacak, sinir bozucu ikizler oynar mı bilmiyorum da geri kalan oyuncular dizide görünecek. umarım reunion batağında hayal kırıklığı olarak kalmazlar.

                                                                       full house jenerik müziği

seinfeld
bunu yazmayacağımı düşünmediniz değil mi? her ne kadar aşırı hayranlığım olmasa da, yeniden izlemeyi istediğim dizilerin başında. hatta curb your enthusiasm'in bir sezonunu sırf seinfeld reunion geyiği yüzünden izledim. ha hala hiçbir dizinin seinfeld çıtasını yakalamadığını düşünüyorum o ayrı. hiçbir şey hakkında her şey. aynı benim blogum gibi!

                                                    jerry seinfeld'den kramer'a arkadaşlık testi


21 Temmuz 2015 Salı

bu bir devam yazısıdır

birkaç yıl önce, birleşik krallık ve irlandanın en çekicileri listesi yapmıştım. buradan ulaşabilirsiniz.
listedekilere olan sevgim değişmemekle birlikte, yeni eklemeler yapma mecburiyeti hasıl oldu. küçücük ada neler neler çıkarıyor yarabbiiiim! allah sahiplerine bağışlasın hepsini diyor ve yeni gözdelerime geçiyorum.

benedict cumberbatch
hayır hala kesinlikle empire dergisinin en seksiler listesinin bir numara olmasını kabul etmiyorum. gözünüzü seviim seksi falan değil bu adam. ama karizmasını yok sayamayız tabi. ses tonunu, iyi oyunculuğunu, sulu şakalarla haşır neşir olabilmesini seviyorum. geçen sene her yerden çıkmasını, her yerde görmemizi saymazsak (çabuk parlatılan çabuk söner, unutmayalım), takdir edilesi bi insandır. göksu bunu beğendi. thumb up.


ben whishaw
ben bu çocuğa gıcık oluyodum. hele perfume'de falan ağzının ortasına vurasım gelmişti. sonra gay olduğunu açıkladı, rolleri patır patır kaybetmeye başladı (ki gay oyuncuların yüceltildiği bi yerde yaşıyo olmasına rağmen), o zaman bi celallendim, ne eziyosunuz güzelim çocuğu diye. hakikaten güzel bi çocuk yaa, yavru köpek bakışları, her an ağlayacakmış gibi duran gözleriyle. bi de fazlasıyla underrated. koy bunu her role girer. girmişliği de var. seksi bulmamakla birlikte, daha popüler olmasını diliyorum kendisinin.


michael fassbender
her an bi pislik, bi itlik yapacak gibi durmuyo mu? yanına gitseniz tersleyecek gibi? ama adam seksi. badass seksisi. serserilerden hoşlanan hanımlarımıza müjde! aradığınız adam burada. youtube'da funniest moments of michael fassbender diye arattığınızda bile adamın komik anlarını bulamıyosunuz, yanında james mcavoy falan kopuyo da bu hala cool badass. ama hoş adam şimdi, yalan mı?



james mcavoy
tam da adını zikretmişken... bebişim. bi sürü insan niye bu adamı beğendiğimi anlamıyo. domates yanakları, ağır iskoç aksanıyla erasmusla türkiyeye gelen sosyoloji öğrencisi gibi falan ama bilmiyorum işte ben çok beğeniyorum. kefareti izleyip de beğenmemek mümkün mü yaa? kendisi x-men'de professor xavier'i canlandırcam diye heyecan yapıp saçlarını kazıtan, sonra da aslında saçlı oynaması gerektiğini öğrenip çekim boyunca perukla gezen bi heyecanlı gariban işte.



jamie dornan
(salyalar akıtan emoticon) bi şey yazmama gerek var mı yaa? jamie dornan işte. seri katili bile sempatiyle izletti. yakışıklılığının ötesinde iyi bi oyuncu da adam. yeteneksiz boş surat değil yani. 
ilk, dünyanın en saçma dizilerinden biri olan once upon a time'da izlemiştim, dedim bu çocuk burda kalmaz, parlar. parlasın. evli diye tabloidlerde çok çıkmıyo, ondan reklamı yok ama kesinlikle daha çok yerde oynaması ve izlenmesi lazım. gözümüz gönlümüz açılsın yaa!!!



tom hiddleston
sayfalarca methiyeler yazabilirim. yakışıklı,sevimli,seksi, komik vs... yazabilirim ama evli olduğum için yazmıyorum. kocam bi başka kadına methiyeler yazsa ben döverim şahsen. ya ama gülümsemesine bi iki kelime yazsam olmaz mı? neyse onu da yazmiim. belki sherlock'un yeni sezonunda görünecekmiş. ay inşallah. neyse hadi siz en iyisi şunu izleyin:


20 Temmuz 2015 Pazartesi

korolarda ışıksızım : geçmişten günümüze aşırı acıklı koro maceralarım

yıllardır kamp yapmayı özlüyordum. otuzumu doldurmama bir ay kalmış olmasa, yaşımdan utanmasam gidip yine uluslararası kamplara katılırdım. her türlü sefalete ve yorgunluğa rağmen, 15 kişiyle aynı yerde kalmak, iki-üç hafta boyunca her dakika o insanlarla beraber olmak, gündüzün yorgunluğunu akşam fazlasıyla üzerinden atmak, gerçek hayatı unutmak, yeni yeni insanlar ve kültürler tanımak (her dilde küfretmeyi öğrenmek ve öğretmek oluyor bu kısım) ve sınırsız eğlence. hayatımın en eğlenceli zamanları hep kamp dönemlerinde geçti benim. geçen hafta biten çanakkale korolar festivali ise beni yine o kamp günlerime döndürdü. dört kişilik yurt odalarında ranzalara tırmanmak, sabahlara kadar yurt bahçelerinde oturmak, yeni insanlar tanımak, gerçek hayattan uzaklaşmak, yine yirmili yaşların başında gibi hissetmek... uzun süredir özlediğim şeyleri yaşamış olmanın haklı mutluluğu içindeyim! üstelik ekstrası vardı : müzik! parkları düzenlemek, çöp toplamak, tersanede tekne onarmak yerine gündüzleri konser izledim bu sefer! yıllarca nefret ederek devam ettiğim koro dediğimiz şeyin aslında şahane bi şey olduğunu gördüm! tabi ki hala cool bi şey değil ama en azından bu sefer utanarak gitmek yerine, uça uça gidiyorum, her saniyesinden keyif alıyorum!

 mersin oda korosu - çanakkale

koro benim için hep travmayla eş anlamlı bi kelimeydi. şimdi anlattığımda siz de daha iyi anlayacaksınız sevgili okuyucularım.

batıkent ilkokulu sınıf korosu
yaa sen 9-10 yaşındaki çocuklara neden "karadır kaşların, ferman yazdırır" söyletiyosun? ben ne anlarım "boşa kostaklanma kostak değilsin karam"dan??? kostak ne demek hala bilmiyorum, o derece nefret etmişim olayın kendisinden. söyletsene güzel güzel 23 nisan kutlu olsun falan. gitti çocukluğum gitti "akasyalar açarken"le.

ankara atatürk lisesi türk halk müziği korosu
ya orta sondaydım ya lise birde, tam hatırlamıyorum. zaten şımarık bir çocukluk geçirmişim, böyle bi değişik havalardayım. herkes sesime bayılıyo falan. ben de lütfetmişim, okul korosuna girmişim. ama gel gör ki, müzik öğretmenimiz benden ölesiye nefret ediyo. ama öyle böyle değil. gitti sesinin tonu berbat olan, ses aralığı yerlerde olan kıza iki tane solo verdi. ya sen kimsin de bana sadece bi solo veriyosun bi de o garip kız benden sonra çıkıyo diye sinirlendim. ben trt çocuk ve gençlik korosunu reddetmiş insanım, beni nasıl görmezden geliyosun sen diye kaprislere girdim ve koroyu bırakıp kendi halk müziği grubumu kurdum! ay ne pislik bi ergenmişim, evlerden ırak. mezun olduktan sonra hocayla aram düzeldi ama. affettim kendisini.

gazi üniversitesi türk halk müziği korosu
bak bu da hoca hatasından fiyaskoya döndü. adam beni korodaki insanlara "harikulade bir ses, çok güzel çok şahane" diye tanıttı, dakka bir bütün herkesin nefretini kazandım. bi de daha onuncu dakikamda hadi bu kısmı sen söyle diye kaldırdı beni ayağa, benim ses korkudan çıkmadı, rezil oldum, millet "bu muymuş la harikulade olan ses" diye güldü. yine de devam ediim, belki güzel geçer diye iki çalışmaya daha gittim ama kimseyle göz göze gelmeden evime dönüyodum. son gittiğim çalışmada muhsin yazıcıoğlu'nun ölüm haberini aldık, hoca çalışmaya fatiha okutmak için ara verdi, ben o zaman gazide olduğumu, genç osman falan söylediğimizi fark edip fatihanın ortasında salondan çıktım, çıkış o çıkış.

ankara barosu türk halk müziği korosu
farkındaysanız türkülerden vazgeçmiyorum. ısrarla türkü söyleyecek yer arıyorum. hayatının baharında bir stajyerken bi de bunlara bi bakiim diye girdim koroya. allahıııım, yaş ortalaması 60. gençlik enerjim gidiyo, kendimi tansiyon ilacı ve organik domates yetiştiriciliği sohbeti yaparken buluyorum. bir iki ay dayandım mı bilmiyorum ama kış geldi, eve dönmem zor oluyo diye ayrıldım oradan da. korolara da tövbe ettim.

mersin oda korosu
yeminimi bozdum ağalar! kolumdan sürükleyerek götürdüler beni, yalan diil. istemiyorum koro falan, ben solocuyum desem de dinletemedim. iyi ki de dinlememişler! koro aslında eğlenceli bi şeymiş yaaa! hayatımda ilk defa teknik falan öğreniyorum ben, gerçi hiçbir koroda teknik öğrenecek kadar uzun kalmadım da olsun! bi de kimse normal değil yaa ne kadar süper bişi bu biliyo musunuz? herkeste bi outcastlik var ucundan kıyısından. gerçi okuyacaklar ve kızacaklar, tamam tamam tek deli benim koroda tamam. bi şey demedim.


çanakkale'de geçirdiğim müthiş haftanın sonunda, gelecek yaz yapılacak kıbrıs festivaline gün saymaya başladım. ha bi de, boğaziçi caz korosundan çok daha iyi en az dört koro vardı festivalde! hıh!

ah o tardis'te ben de olsaydım!

nerd olmaktan hiçbi zaman utanmadım. nerd is the new sexy çünkü. tamam, kendimi böyle avutuyorum, tabi ki seksi falan değil. hatta aklı başında birçok insana bilimkurgu tutkum garip bile geliyor. ne yapiim seviyorum! ama aşk, engellerin üzerine gitmektir.bense bir adım ileri götürüp sizi daha da gıcık edeceğim ve bu yazımda sadece doctor who sevgimden bahsedeceğim.


aylardır sabah akşam doctor who izliyorum. önceden de izlerdim ama denk geldikçe ve vaktim oldukça. son iki-üç yıldır, derin bir tutkuyla takip ettiğim yetmiyormuş gibi bir de çılgın bir whovian'a dönüştüm. param ve zamanım olsa comic-con'lara gidip doktor peşinde gezicem, diğer whovianlarla en seksi doktor kim, en paçoz companion kim muhabbetine gircem ama işte talihsizlik.

ben küçükken trt'de yayınlanırdı eski versiyon. tardisi, robot köpeği, garip yaratıkları ve yaşlı doktoru hayal meyal hatırlıyorum. hatta "içi dışından büyük" travmasıyla her kulübeyi kontrol ettiğimi biliyorum. sonra unuttum gitti doktoru. 

yeni versiyon başladığında bir iki kere denk geldim ve hiçbir şey anlamadım. değişik yaratıklar, saçma sapan mekanlar, belli olmayan zamanlar ve sürekli koşturup duran insanlar. denk geldikçe baktım ama rejenerasyon ne bilmediğim için sezon arası başrol değişmesi de çok ucuz gelmişti. sonradan öğrendim doktor sürekli değişiyomuş zaten. 

birkaç sene önce, yapacak daha iyi bir şeyim yoktu, oturup adam gibi izliim dedim, ne de olsa bilimkurgu seven biriyim ve insanlar boşuna bu diziyi izliyo olamazlar diye düşündüm ve o gün bugündür doctor who hastasıyım. ha biraz abartmış olabilirim, farkındayım.

neden doctor who sorusuna da çok net cevap verebilirim, çünkü çok süper tamam mı???? 
diziyi seviyorum çünkü macera, komedi, dram, ne ararsan var. ama ben asıl doktorun dünyasını seviyorum. umut, fedakarlık, dostluk, sevgi... daha ne olsun yaa? her bölüm birileri mutlaka ölüyo, ciğerim yanıyo ama neyse. yine de umut dolu bi dizi. ya pardon da, hanginiz içi dışından daha büyük bi kulübede, bütün uzay ve zamanda gezmek istemezdiniz ki? ben çocuk hayallerimden vazgeçmedim hala, bi umut bekliyorum belki günün birinde bi zaman makinem olur diye. 

her neyse, hadi size doktor who'ya başlama rehberi de yapayım, yeni versiyon doktorlarını tanıtayım. 

9.Doktor

yeni seride daha çok izlenme oranı için doktoru gençleştirmeye gitti yapımcılar. önceki sekiz doktordan yedisi yaşlıydı ve genç kızlara hitap etmiyordu. bula bula kepçe kulaklı koca burunlu ve tabi ki ingiliz dişleriyle göz dolduran christopher eccleston'u buldular. deli ve eğlenceli bi doktordu, bi sezon daha kalsa olurdu ama artık aktöre naaptılarsa adam tövbe etti doktorluğa, özel bölüme bile çağrılmasına rağmen gitmedi. mamak-sıhhiye dolmuşçusu gibi giyinmesi hariç gideri vardı bence, katlanılmaz değildi. companion'ı rose'u çok sevemedim ama.


10.Doktor

canıııııım, yavruuuuuummm, bideneeeeemmmm!!! benim biricik doktoruuuummm. converse'leri ve uzun pardösüsüyle oradan oraya koşar dururdu garibim. üç companion değiştirdi; rose, martha ve donna, benim favorim onun hor gördüğü zavallı martha'ydı. özellikle 3.sezon 10.bölümü izlemenizi tavsiye ederim, gelmiş geçmiş en güzel bölümlerden biridir, carey mulligan'ın bebek yüzünü doya doya seyredebilirsiniz.
öncesinde david tennant'tan hiç hoşlanmayan ben (ne de olsa filmde cedric diggory bunun yüzünden öldü, harry potter'ın mallığını saymazsak), şimdi ahhh david tennant yaaa ne hoş adam yaaa diye ölüyorum. rejenerasyon geçirip 11.doktora dönüşürken bi "gitmek istemiyorum" deyişi var ki, gözleriniz dolmazsa gelir döverim sizi ne duygusuz pisliklersiniz diye. en duygusal doktordu, hep moralini bozacak şey bulurdu, çok melankolik takılırdı ama her doktor gibi o da komik ve eğlenceliydi. canım benim yaa. keşke hep kalsaydı. 



11.Doktor

bebe. matt smith bu role başladığında 27 yaşındaydı. o kadar genç görünen doktor olur mu yaa? zırtapozun da tekiydi, işi gücü hoplamak zıplamak efendime sööliiim koşturmak falan. evinizin 8 yaşındaki hiperaktif oğlu. whovianlar arasında bi laf vardır, ilk doktorunuzu unutamazsınız diye. 11.doktor benim düzenli olarak izlediğim ilk doktor olmasaydı muhtemelen nefret ederdim bundan. başyazarın değişip steven moffat olması da etkili tabi. doktoru garip bi adama çevirdi, ataerkil bi düzene soktu, daha doğrusu amerikanlaştırdı. neyse ki companionları amy ve rory iyiydi de izletiyodu kendini (karen gillan çoooook güzeel). bi de yalan yok, rejenerasyon geçirirken hüngür hüngür ağladım. 



12.Doktor

karmakarışık duygular içindeydim bir sezon boyunca. seviyo muyum sevmiyo muyum, iyi mi yoksa berbat mı, sürekli kafamda sorularla izledim. iğrenç yancısı clara (companion bile diyemiyorum) olmasa aslında süper bi doktor. ki clara'yı bi önceki doktorla izlerken çok seviyodum da kız bu sezon rezalet bi karaktere dönüştü (allah belanı versin steven moffat). bunlar hep steven moffat sherlock'a daha özen gösteriyo artık doctor who'yu sallamaz oldu diye. çok karanlık ve yeni versiyonun en yaşlı doktorunu izledik. umarım yeni sezonda clara acılar içinde ölür ve doktor normal haline, komik ve eğlenceli zeki adama geri döner. 


oturun izleyin valla güzel dizi yaa. tamam bi lost ya da game of thrones olmayabilir ama güzel vakit geçireceğinize garanti veriyorum. dalekleri, cybermenleri, silence'ı, weeping angels'ı ve daha bi sürü değişik uzaylıyı nerede bulacaksınız? bi şans verin, ne kaybedersiniz? ha, bi de doğum günüm yaklaşıyo, e-bay'den sipariş verseniz ancak gelir, bana bi sonik tornavida hediye edebilirsiniz. adliyeye gidip vicuuuvv vicuuuvv sesleri çıkararak elektronik kapıları açmaya çalışmamı izlemek istersiniz belki!