11 Aralık 2016 Pazar

ağır ceza mahkemesinde bir gün

beş senedir neredeyse her gün duruşmaya giriyo olsam da, çoğu zaman duruşmalarda heyecanlanıyorum. ay ne güzel, ilk günkü heyecanımı kaybetmedim falan değil, heyecanlı bi yapım var, geriliyorum, stres yapıyorum. anksiyeteliyim işte off! hadi gene tek hakimli mahkemelerde daha sakin kalabiliyorum, en azından "dilekçemizi tekrar ederiz", "aleyhe hususları kabul etmiyoruz" efendime söyliim, "bilirkişi raporunu incelemek için süre istiyoruz" kısımlarında daha bi tecrübeliyim artık. ama bir ağır ceza öyle mi? bi kere karşında üç tane suratsız hakim ve her an uykusundan uyanıp ters ters bakabilecek bir savcı var. katip ise mahkemedeki davaların gerginliğinden taşa dönmüş. bir de kendi duruşmasını bekleyen avukatlar ve izleyiciler de salondayken, sadece "iliyhi hısıslırı kbl etmiyirz" diyecek olsam bile yanaklarım kıpkırmızı oluyo, kalbim dokuz sekizlik atıyo. 

bundan birkaç ay önce aldığım bir dosya var. sorgusunda ağlayıp sızlanmama rağmen, ajitasyonun en dibine vurup sorgu hakiminin gözünden yaş getirmeme rağmen çocuk tutuklandı. cezaevine gidip gelip, "raaat ol yaa ilk duruşma tahliye etcem ben seni" diyorum. ailesi, parayı peşin vermenin zalimliğiyle her gün taciz ediyo, diyorum "raaat olun". çocuk her gittiğimde, abla noolur şu mahkemeye düşmesin diye özel istekte bulunuyo, başkan cezayı geçiriyomuş. yok diyorum raaat ol, düşmez oraya, yeni açılan mahkeme var. abla diyo, aman noolur oraya düşmesin. nasıl engel olacaksam artık. yılbaşı çekilişinde, milli piyango topunun düşmesini bekler gibi bekledim ama tabi ki çocuğun korktuğu mahkemeye düştü dosyam. kime sorsam geçmiş olsun diyo bana, senin yaptığın savunmanın önemi yok. bütün dosyayı hukuka aykırı toplanan delil üzerine kurmuşum ama mahkemenin umrunda olmayacak yani. gitti benim çocuk. ama gidip gelip raaat ol diyorum, ben seni tahliye edicem. bir sene içinde çocuğa altı dosya açılmış, suç makinesi olma yolunda ilerliyo ama kariyeri daha başından bitecek cezaevinde. çocuk da dünya sevimlisi ve bir o kadar salak, yaptığı her şeyi anlatacak ben bıraksam ama diyorum sus ve acıklı bakmaya devam et. 

duruşma günü geldi çattı. gece zaten uyuyamamışım stresten. bi de duruşma saatini yanlış kaydetmişim, adliyeye geç gitmenin verdiği stres de var. stajyer arıyo göksu abla kooooş diye. koşayım da nefesim iyice tıkansın di mi? bizden önceki iki dosyada heyet onar yılı kilitlemiş sanıklara, onu duydum benim moral iyice çöktü. mübaşir salona aldı beni, onun eşliğinde kurbanlık koyun gibi gittim oturdum yerime. heyetin morali yerinde, cezaları vermişler, güne iyi başlamışlar. savcı beni kesiyo, bak sana ne güzel çarpıcam birazdan der gibi. katiple bi gün önceden konuşmuşum, raaat olun avukat hanım, ilk celse biz dosyayı bitiririz sizinki de cezayı alır, kasmanıza gerek yok demiş, ben zaten iyice depresifleşmişim. tek tesellim salonda benim stajyerden başka izleyici yok, belki konuşabilirim. konuşmak bana inanılmaz zor geliyo ama, orda başkan savunmanı türküyle yap dese patlatıcam en duygusal türküyü, alıcam beraati ama yooook illa konuşulacak. parayı peşin almak demek müvekkile şov yapmak zorunda olmak demek zaten ama ben şu an o modda hiç değilim.

getirdiler benim çocuğu salona üç jandarma eşliğinde, çocuk benden beter titriyo. göz göze gelmeye çalışıyorum, hiç oralı değil, hayat hikayesi gözlerinin önünden geçiyo büyük ihtimalle o an. zavallım kimbilir neler düşünüyo.

başkan duruşmayı başlattı, benimkine verdiler sözü. bilmiyorum, iftira, haberim yok maberim yok bi şeyler geveledi çocuk. ama başkan yer mi? suç anında bulunduğu yerle ilgili öyle sorular soruyo ki, bi de çocuğu yanıltıyo ama ifadende öyle demişin falan diyo, ben harıl harıl sayfa karıştırıyorum ifadede öyle mi demiş lan diye, bakıyorum ifadede öyle bi soru yok bile. seni sinsi başkan. korkudan ölücem çocuk şimdi dememesi gereken şeyler diyecek diye. ama benim o saf, o gerizekalı, o sapşik müvekkilim hayır ben öyle bi şey demedim diyo.

çocuk oturduğu an yerine, raaat ol bakışımı attım kendisine, karşılıklı gülümsedik. ha ben hiç raaat olamıyorum ama. bunu teşhis eden kızı o gün bulamamış ailesi, getiremediler. kızın dinlenmesi lazım, daha önceden gidip konuşmuşlar, taaam yaa beni polis zorladı zaten böyle ifade vermeye falan demiş, kızı dinletmem lazım mutlaka. derken başkan, tanıkları alalım dedi. ne tanığı lan diye baktım kapıya, çocuğu alan polisleri dinleyecek heyet. polisleri gören müvekkil kendinden geçti, içinden dualar okumaya başladı. aha dedim biz bittik. stajyer bana kaş göz yapıyo, polisler de yauuşukluymuş heaa anlamında, tamam canım yakışıklılar da gidiyo bizim çocuk! bunlar ifadeyi verdi geçti izleyici koltuğuna oturdu. ben savunmayı yaparken bütün suçu bunlara atıcam, ama nah atıcam, yüzlerine bakarken nası diyeyim narkotik polisi de hep böyle itlik, hergelelik peşinde sayın başkan diye? bi de heyet vazgeçti mi gelmeyen kızı dinlemekten. ben öldüm o an. katip pis pis sırıtıyo bana. dosyayı bitirecekler. hesap kitap yapıyorum on sene alsa yatarı şu kadar falan diye. temyiz hakkı kazandık, dosya temyizden bozulup döner raaat olun falan diicem. 

savcı mütaalasına geçti, seksen tane madde saydı hepsinden cezalandırılsın diye. göz ucuyla katibe bakıyorum, bana el hareketi yapıyo aha geçiriyo diye. çocuk cezalandırılsını duydu zaten, baygınlık geçirdi bi. bana bakıyo, göz göze gelmemeye çalışıyorum. başkan sözü bana verdi, baktım dosya zaten gitmiş, bari ben ciddiyetimi bozayım şebeklik yapayım, belki yumuşatırım derdindeyim ama ağır cezada daha önce yaptığım tek şebeklik yine bir uyuşturucu dosyasında "sayın başkan ben beraat istiyorum, isteyenin bir yüzü vermeyenin ehi ehi ehi" diye konuşmam ve 15 yılla oturmam olmuş, bir şebekliğin daha boşa gitmesine izin veremem. aklıma meşhur karikatür geldi, aha bu, dedim bunun başka yolu olmayacak :


başladım savunmama. "hakim bey" dedim (lan başkan diyecen gerizekalı dedi iç sesim), "ne yapmış bu çocuk? demirtaşta yaşaması mı suç? sırf o mahallede yaşıyo diye olağan şüpheli bu çocuk!" bi yandan da göz ucuyla önümdeki ekrana bakıyorum, katip aynen dediğimi yazıyo. bi gece önceden olağan şüphelileri izlediğim çok iyi olmuş. "çocuk pazarcıyım diyo, anası babası da pazarcı, ne yapsınlar nasıl gidip lüks semtlerde otursunlar? ama ben bugün başka bi şeyden bahsetmek istiyorum " dedim. dosyamın içinde usulsüz delille ilgili yargıtay kararlarım var. aldım hepsini elime, "şu elimde gördüğünüz yargıtay kararları" diye başladım. adeta bir seyyar satıcıyım. başkan bi gülümser gibi oldu. ondan aldığım cesaretle polise tekrar bok atmaya karar verdim ama polisler pis pis bakıyo bana. "polislerimiz" dedim, "tabi yazık, gece gündüz durmadan çalışıyo ve yoruluyolar, belli ki o yorgunlukla, almaları gereken arama kararlarını almamışlar. onları da çok iyi anlıyorum ama hukuksuzluk söz konusuysa burada bir dur dememiz lazım" diye lafı toparladım. polislere tabi ki bakmıyorum yoksa beni bi kaşık suda boğacaklar orda. zaten ben o lafı dedim çekip gittiler. lan gitsenize o zaman daha önce, ben de rahat rahat "bu polis bunu hep yapıyo sayın başkan, kafalarına göre gidip adam topluyolar, böyle iş mi olur allah aşkına" diye üste çıkayım. 

diyecek sözüm bitmiş aslında, ama başkan hala benden konuşmamı bekliyo. çocuk da bu kadar paraya az cümle kurdu yaa bu avukat diye bakıyodur eminim o sırada ama ben göz göze gelmiyorum kesinlikle onla. 

bu iş böyle olmayacak, benim bu heyeti güldürmem lazım dedim ve o andan itibaren iyice koptum zaten. "üniversitede çok sevdiğim bi terim vardı sayın hakim" dedim, (allahım hala sayın başkan diyemiyorum), "lütfen tutanağa geçsin" dedim, mağrur bir ifadeyle, katibe elimi kaldırıp yukardan işaret ettim. "yasak ağacın zehirli meyvesi". tabi ben terimi yanlış söyledim, başkan ve heyet koptu, başladılar gülmeye. başkan düzelterek zapta geçirdi "zehirli ağacın meyveleri de zehirli olur" diye. ama nası gülüyolar, ben de "neyse aynı kapıya çıkıyo" falan diye daha da artırıyorum şebeklik dozumu. katip dönüp dönüp heyete bakıyo, bunlar niye bu kadar koptu yaa diye. "bu çocuk derhal tahliye edilmeli" diyorum, başkan soruyo başka diyeceğiniz var mı diye. ben bi kere coştum ya, artık beni tutamazsınız tabi. "hakim bey", lan deme deme, başkan de allahsız diyo iç ses, onu da susturuyorum. "şimdi siz kafası güzel bi kızın, birbirine benzeyen beş kişi içinden yaptığı teşhis ve polisin usulsüzlüğü ile mi yargılıyosunuz bu zavallı çocuğu? çocuk yaa bu, ne anlar eroinden kokainden? beraat etmeli. hem de hemen, şimdi, tam burada!" 

heyet gülmekten yerlere yatıyo. tamam biraz gülmek iyi de, o kadar gülünce de emin olamıyorum, iyi mi kötü mü. baktım azıcık da dosya içeriğine girsem iyi olacak, "çocuğun sicil kaydı yok" dedim. hakikaten henüz yok. ama başkan sorsa çocuğa o an, benim saftirik şapşik diyecek altı dosyam var başkan amca diye. allahın sevdiği kuluymuşum, başkan çocuğa sormadı bi şey. "ha bi de son şey, dosyada elde edilen uyuşturucularda çocuğun parmak izi de yok" dedim. "düpedüz iftira işte, görüyosunuz"

heyet gülmeyi bıraktı, gereği düşünüldü kısmına geçildi. "sanığın beraatine, tahliyesine, tutuklu kaldığı süre için tazminat hakkının bulunduğuna" 
saniyesinde katibe hareketini iade ettim, kim kime geçirdi bakalım bakışımla beraber. stajyer bana bakıyo, yüzünde mutluluk, ben sevinç çığlıkları atmamak için kendimi tutuyorum ama birazdan salondan çıkınca stajyerle havada birbirimize doğru zıplayacağız! 

bütün sakinliğim ve ağırbaşlılığımla teşekkür ettim, doğru kararı verdiniz bakışımı attım başkana ve göz kırptım. geçerken de savcıya "noolduuuu nooolduuu" bakışımla tavrımı koydum. 

bir ağır ceza mahkemesini yenmiştim, artık dünyalar benimdi. cübbeme gururla sarındım, uzaklara bakarak salondan çıktım. gün daha yeni başlıyordu.

Hiç yorum yok: