3 Aralık 2013 Salı

bir genç bağyanın home office macerası

şu yaşıma kadar, evinden çalışan insanları hep kıskandım. daha doğrusu, çalışmayan insanları kıskandım. çok param olsa çalışmam, saklayacak değilim. ama yani madem çalışmak zorundayım, neden evden çalışamıyorum diye yıllar yılı üzülüp durdum. sırf bu yüzden yazar olmak istiyorum. gerçekten sırf bu yüzden. yoksa, "içimdekileri tutamıyorum aman yazmasam çatlarım", "yok efendim paylaşmalıyım", ay çok güzel yazıyorum herkes okumalı" gibi düşüncelerim yok. işe gidip gelmek istemiyorum derdim o!

bir haftalık yeni iş maceramdan ve uyuz patronumla birbirimizi öldürecek duruma gelmemizden sonra kocamı da kandırarak home-office işine girdim. kocacığım, dedim, sonuçta avukatlık öyle sabah 9 akşam 6 başkasının yanında çalışarak olacak bi şey değil, ben kendi işimi yapayım, para kazanana kadar evden yürütürüm işleri, sonra bi büro bakarız. o da yuttu, sağolsun. neyse ki elime bir iki iş geldi de ikna ettim adamı.

evden çalışmanın en güzel yanı, uyanır uyanmaz (ki bu on-on buçuk arası oluyo) hemen işin başına geçebiliyo olmam. ne de olsa yatak odasıyla çalışma odasının arası dört adım. sabahlığı giyer giymez işteyim! giyinme derdi yok, makyaj lüzumsuz, saçları bir tokayla tuttur geç masanın başına. hoş, benim çalışırken tek sevdiğim şey rengarenk ceketlerimi (rengarenk dediysem füme, siyah ve haki. angara bürokrasisinden geliyoruz o kadar!), dar eteklerimi, topuklu ayakkabılarımı (çalıştığım iki buçuk yıl boyunca on kere falan topukluyla gezdim) giymekti. özlediğim tek şey kıyafetler. evin içinde döpiyes giyersem gerizekalılığımı tescilleyeceğimi düşündüğümden şimdilik eşofman giyiyorum sadece. haftada bir gün adliyeye giderek kıyafet ihtiyacımı gideriyorum. yetiyo valla. (yalaaannnnn! her gün ceket giymek istiyorum!!!!)

başkasının bürosunda çalışırken yaptığım neyse, kendi homofisimde yaptıklarım da hemen hemen aynı. sabah bilgisayarı aç, radio.rtl2.fr/player.html adresini girip radyoyu başlat (ki tavsiye ediyorum, şimdiye kadar dinlediğim en iyi radyo kanalı.), gazetelere bak, facebooku twitterı aç, ona buna laf yetiştir, iki dilekçe yaz, üç bölüm dizi izle, yemek ye, beş bölüm dizi izle... tek farkı, bunları yapmam için artık kimse bana para ödemiyo. neyse ki haciz müessesi var. paraya mı ihtiyacım var, çık hacze, ağlat borçluyu. (elim boş dönüyorum evet.)

sıkıntılardan en önemlisi, arkamı toplayan birinin olmaması. ne güzel, eskiden de masam dağınık olur, dosyalar, vekaletler, evraklar kişisel eşyalarımla karışmış olurdu ama her zaman o masayı düzelten, çöpleri döken birileri de vardı. şimdi cımbız vekaletin üstünde, makyaj malzemeleri çeklerle iç içe ama toplayanım yok! çok mağdurum. bari çayımı koyan birisi olsa!


en kötü yanı, ayyy işten çok yorgun çıktım, bu akşam yemeği dışarda mı yesek diyemiyor oluşum. adam demez mi, bütün gün evdesin kadın, iki lokma bi şey pişiremedin mi? diye. anlatamıyosun işte adama, ev de olsa ben çalışıyorum aşkıııım, yapamadım yemek. inanmıyo tabi. bi bölüm az izleyeydin de bi makarna yapaydın bari diye bakıyo.

disiplinsiz bebenin teki olduğum için, yemek falan yaptıktan sonra bi salona uğriim yaa, bakiim tvde ne varmış deyip hava kararana kadar salonda kalabiliyorum. e hava karardıktan sonra da çalışmaya ne gerek var? ancak cmk'dan ararlarsa giderim karakola, ifadeyi imzalayıp dönerim.

şimdilik para kazandığım yok, ama çok mutluyum. zaten önemli olan da bu değil mi?

(İŞ BU YAZI, YAA ELİNİZDE İŞ VAR MI, AZICIK YOLLASANIZ DA BEN DE PARA KAZANSAM AMACIYLA YAZILMIŞTIR. İLK ON KİŞİYE VEKALET ÜCRETİNDE İNDİRİM UYGULANACAKTIR.)

Hiç yorum yok: