5 Şubat 2016 Cuma

hasretinden prangalar eskittim : gömeç

kışın ortası esas itibari ile depresyon mevsimimdir. kışı seven insanları da hiç anlamam ben. yaz çocuğu olduğumdan olabilir ya da ne yaparsam yapayım asla ısınanamamdan. kışın sekiz kat giyinmeden asla dışarı çıkamam ben mesela. çıplak teninin üzerine bir kazak, üzerine de ince bir montla eksi üç derecede kesinlikle üşümeyen arkadaşlarım var benim ve deli gibi kıskanıyorum. sekiz kat derken gerçekten abartmıyorum. hadi sizin için altı kat olsun. her neyse, benim aklımda yine her kış olduğu gibi bu kış da tek bir şey var: gömeç.

hayatımın hiç bitmeyecek aşkı, kavuşamadığım sevgilim gömeç.
adını sanını kimselerin duymadığı, "neresi yaa orası" diye sorulunca "burhaniye ve ayvalık'ın arası" denmesi zorunlu olduğu, çoğunlukla boşnakların yaşadığı (ki şivelerinin hastasıyım), sloganının süper iddialı bir şekilde "bugün misafirimizsiniz yarın gömeçlisiniz" olduğu, yine de bilmeyenin, nerede olduğunu çok da iyi anlayamadığı yer. neverland gibi! aslında benim için gerçek bir neverland çünkü ben hep on beş yaşındayım orada!



on beş yaşındaydım ilk kez gömeç'e geldiğimde. hala çok net hatırlıyorum, bitmek bilmeyen bir yolculuğun sonunda, güneş yeni yeni ışıklarını saçmaya başlamıştı. otobüsten indiğim ilk an burnuma gelen zeytin ağaçlarının keskin kokusu... öyle bir kokusu vardır ki zeytin ağaçlarının, ne olduğunu bilmediğinizde dünyanın en kötü kokusudur. ama biri "zeytin o, zeytin!" dediği an dünyanın en huzur verici kokularından birine dönüşür. 

ben hayatımın en huzurlu sabahlarını hep gömeç'te yaşadım. ilk gece yorgun argın yatıp (çünkü bütün gün temizlik ve alışverişle geçer), ertesi sabaha uyandığın o kısacık an var ya, ben sonsuza kadar o anın içinde yaşayabilirim işte! yüzde yüz saf huzur. 

gömeç sakinliktir, ayvalık curcuna, cunda ise büyülü bir dünya! daha doğrusu benim hatırlamak istediğim halleri bu. 2000 yılının gömeç'i, ayvalık'ı ve cunda'sı. kayahan'ın gömeç'te yaşadığı, ayvalık pazarının türkiye'nin en güzel pazarı olduğu, cunda'nın henüz keşfedilmediği yıl. gömeç'te sabahattin ali okuma evi adıyla bir kütüphanenin açıldığı, açılışına yazarlar ve şairlerin geldiği, kütüphanenin bahçesinde yüzer yıllık çınar ağaçlarının olduğu yıl, sergilerin düzenlendiği, söyleşilerin yapıldığı yıl. (sonradan belediye başka partiye geçince önce isminden sabahattin ali'nin silindi sonra da arazi toki'ye verildi.) kütüphanenin yıkılıp çınarların kesildiği, üzerine çirkin toki apartmanlarının yapıldığı gömeç değil hatırlamak istediğim. sanki çok lazımmış gibi, o güzelim boşnak köyünün dokusunun bozulup, yozgat'ın herhangi bir ilçesine çevrilen kasaba da değil benim için.


2000 yılında ayvalık'taki bütün taş evler komik paralara elden çıkarılıyodu, fare çok oluyo diye. vizyonsuzluk işte. onların hepsi şimdi butik otel oldu. cunda'da sahildeki beş altı balık lokantasından başka bir şey yoktu, şimdiki gibi küçücük adayı restoranlar, barlar ve yağmacılar doldurmamıştı. bir iki pansiyondan başka kalınacak yer yoktu, huzurlu bir adaydı. en büyük zevkimiz, perşembe günleri gömeç sahilindeki yazlığımızdan önce belediye otobüsüyle gömeç merkeze; sonra uzun yıllar boyu tek taşıma aracımız olan körfez birlik dolmuşlarına binip ayvalık pazarına gitmek, oradan da motorla cunda'ya geçip sakızlı dondurma yemekti. çocukken hiçbir şeye üşenmiyosun, altı kişi üşenmeden her perşembe yapardık bunu. canımız ayvalık tostu mu istedi, giderdik okuma evinin bahçesine, kütüphaneden kitap seçip adam başı üçer ayvalık tostu eşliğinde okurduk.

berbat bi denizi vardır gömeç'in. yüzmek için ya kayahan'ın yaşadığı; her sokağın isminin bir kayahan şarkısı adı olduğu yazlık site inta ya da artur'a gidersin. tabi ben denizi, yüzmeyi çok sevmeyen biri olduğumdan artur benim için sadece midye demek. ya da piccatura'dan gelen müziği dinlediğimiz, sahilinde sabahladığımız geceler. gerçekten çok dans etmek istiyosam da tepedeki kayalıkların üzerinde konumlanan, anlamadığım bir şekilde gece üçten önce kesinlikle dolmayan disko. inta ise yaz aşkları demekti. ayrı dünyaların insanısın sonuçta, çekici geliyo insanlara, ne de olsa taa iki kilometre gerideki siteden geliyosun. o iki kilometre öyle bir mesafe ki, sanki hiç aşılmayacak gibi! gece karanlığında, hiçbir ışık olmadan bisikletle kat etmişliğimiz var. ne macera!

dolu dolu on üç yaz geçirdim gömeç'te. yaz çocuğu olmanın tek avantajı orada geçen doğum günlerimdi. hepsi birbirinden güzel diyemiyorum, gerçekten çok güzel olanlar olduğu gibi ergenlik saçmalıklarıyla geçen doğum günlerim de oldu. sahilde altı kişilik arkadaş grubumuzla kutladığımızdan, cunda'daki rakı balıklı doğum günlerine... en unutamadığım on altı yaş doğum günümdür ama. önce kayahan'ın evinde başlayıp (çok şeker bi çocuk olduğum için bana kendi arkadaşlarıyla yemek düzenlemişti bebişim. iskender paydaş'ın yakışıklı olduğu yıllar tabi o zamanlar, bütün gece adamı izlemiştim) sonra sahil balıkçısında (sahil balıkçısı derken öyle derme çatma kulübe değil ha; eski gümrük binasını lokanta yapmışlar, nefis bir taş binadır kendisi) yirmi beş kişilik aile ve komşularla devam eden (annem ne uğraşmıştı ama beni memnun edebilmek için, tam bir italyan düğünü gibi doğum günü partisi hazırlamıştı), sonra da havuz başında arkadaşlarımla kutladığım üç gün üç gece süren doğum günüm. henüz en büyük derdimin sadece "bu elbise bana yakışıyo mu?" olduğu, kimselerin henüz ölmediği, dünyamın henüz çocuk saflığında göründüğü doğum günüm.

daha, internetin yazlıkta olmadığı, cep telefonlarının yalnızca konuşmak için kullanıldığı yıllar benim için gömeç. sabahları gölge hangi taraftaysa bahçenin o tarafında kitap okuyup, öğlenleri kağıt oynamaya sahil kahvesine gidip, öğleden sonra denize girip akşam sahilde biranı içip şarkı söylemeye gitme yılları. yaşımız tutsa da diskoya girebilsek dediğimiz, en geç gece birde siteye dönmek zorunda olduğumuz yıllar. o dönem yazamadım ama, kayahan öldüğünde, çocukluğum da öldü biraz. en büyük zevkimiz teknesini izlemek, evinin altında dolanmaktı. arabayla geçtiğinde selam verip bizimle konuşmasını beklemek, akşam sahilde onun şarkılarını söylemekti. gömeç'ten istanbul'a taşındı ve gömeç hiçbir zaman eskisi gibi olmadı.


özlüyorum evet, hep de özleyeceğim. çocukluk heyecanlarım, ergenlik telaşlarım, o çoook büyük yaz aşklarım, ilk sarhoşluklar, ilk sabahlamalar, en güzel arkadaşlıklar, kayan yıldızlar ve bitmek bilmeyen dileklerim, kalabalık ailemiz, her akşam ayrı bir eğlence, hayatımda yediğim en güzel balıklar, en güzel mezeler, en güzel şarkılar türküler, bir daha asla bir araya gelmeyecek insanlar...

bu yaz ne yapıp ne edip gideceğim ama! bu yazıyı da siz bana acıyın, ayyy göksuuu biz gireriz senin duruşmalarına, bakarız takiplerine, paranı da hesabına yollarız, sen git üç ay yazlıkta kal rahat rahat diyesiniz diye yazdım zaten. umarım işe yarar!

3 yorum:

Adsız dedi ki...

Hayırlı cumalar

Unknown dedi ki...

deli kiz... :) https://www.youtube.com/watch?v=xpUspgxBgjc

Unknown dedi ki...

Güzel anılar 😊 Bizde 16 yıl önce yazlık olarak aldık evimizi ama ilk günden düşüncemiz ıstanbul'dan kaçıp sürekli yaşayabilmekti. Ve 3 yıldır tamamen buradayız işte... 💕💕💕